0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

14. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

“Sen inanmayı bıraktın diye insanlar yalan söylemekten vazgeçmez.”

14

KESİK BİLEK

Ümmü Gülsüm.

Berfin.

Arzu.

Akil.

Şüeda.

Esra.

Bakil.

Hepsi öldü, biz kaldık.

Nasıl bir soğukkanlılıktı bilmiyordum ama Bakil’in cesedini gördüğümüzde birkaç dakika boyunca onu izlemiş ve metroya geri dönerek koltuklara oturmuştuk. Konuşmadık, sustuk, çocuklara bu ölümden bahsetmedik. Sustuk ve kendimizin nasıl öleceğini düşündük. Sustuk ve sessizliğin içinde, atılan ama duyamadığımız o çığlıklara kulak vermeye çalıştık.

Bakil’in ölümünün üzerinden bir süre geçtiğindeyse hepimiz bir araya geldik ve ölenleri bir araya toplama kararı aldık. Aslında şu ki, Bakil korkunç bir şey yaparak ölen herkesi üst üste yığmış, onların üzerine basarak yükselmiş, tavana ipi o şekilde asmıştı. Bu tüyler ürperticiydi. Onları bir iskemle gibi, kendisini öldürmede kullanmıştı. Bu yaptığı bile psikolojisinin ne kadar bozuk olduğunu gösteriyordu. Bir tek onun mu? Hayır. Hepimizin psikolojisi berbattı. Bu yüzden cesetlerin hepsini yan yana dizmiş, şimdi onları izliyorduk. Onlar gibi yan yana, o bedenler kadar ruhsuzduk. Cesetleri izliyordum ve bundan etkilenmiyordum.

His kaybı iyi mi yoksa kötü müydü anlamıyordum.

“Böceklenmeye başlarlar mı?” Soru, Cesur’un yanında duran Keskin’den gelmiş ve tüm hissizliğime rağmen midemi bulandırmayı başarmıştı. “Baya çürümüşler çünkü.”

Cesur iç çekti. “Ölümden sonra bedenimize ne olacağını pek bilmiyorum.”

“Aslında tıpla, fizikle uğraşıyor olsaydım oturur cesetlere ne olacağını an an izleyebilirdim. Benim için büyük kazanım olurdu.” Fatih şuurunu kaybetmiş gözlerle cesetlere bakmaya devam ediyordu. “Neyse ki tıp okumayacağım.”

“Beni dehşete düşürüyorsunuz,” dedi Oğuz, elimi daha sıkı tutarken. Bunu kendisi için mi yoksa benim düşmemem için mi yaptığını bilmiyordum. Evet, bırakırsa elimi düşebilirdim. “Çok soğukkanlısınız. Yapmamız gereken tek şey üzerlerine bir tek şey örterek onları rahat bırakmak. Huzursuz edemeyiz.”

Melodi titreyerek kollarını gövdesine sardı. “Cesetler bir süre sonra şişerek patlıyormuş biliyor musunuz? Hani bazı insanlar mezarlıklardan sesler geldiğini söylüyorlar ya, bu sesmiş. Ceset patlıyormuş.”

“Pat!”

İrkilerek sıçradık ve Keskin’e döndüğümüzde pis pis güldüğünü gördük.

Ağzın yamulsun.

“İki dakika adam ol,” diyerek Keskin’i azarladı Oğuz, onun hareketlerinden sıkıldığı açıktı. “Tabii kimyanda olmayan bir şeyi olmanı istemek de garip.”

Keskin sahte bir kahkaha attı. “Hahaha komik çocuk.”

“Çocuk adam,” diyerek yersiz bir espri yaptı Cesur ve ben onlara dönüp cesetlerin önündeyiz demek istedim. Ne ara bu kadar soğukkanlı olduk?

Kimse ona gülmediğinde Cesur sustu ve önüne dönerek sıkıntıyla iç geçirdi. Selim yanımızdaydı ama konuşulan, yaşanan hiçbir olaya tepki vermiyor, her an yere düşecekmiş gibi duruyordu. Yüzü berbat haldeydi, gözleri donuk bakıyor ve kahretsin ki, bana Selim’in yaptığı şeyi yapacağını düşündürüyordu. Ya o da intihar ederse? Bunda Esra’nın rolü büyük olurdu ama sadece Esra öldüğü için intihar etmezdi, psikolojisi bozulduğu ve doğru düşünemediği için bunu yapardı. Bakil gibi.

“İçeriye geçelim mi?” Oğuz elimin üzerini okşayarak bana dönmüştü. “Bakma artık, kötü etkileneceksin.”

Beni elimden tutarak nazikçe çekiştirirken, ipten indirmeye cesaret edemediğimiz Bakil’in yüzüne baktım. Bir anlık görüntü bile defalarca kez kâbuslarıma konu olacaktı, belliydi. Sarsakça önüme döndüm ve Melodi’nin arkamızdan bizi takip ettiğini fark ederek metroya doğru yürüdüm. Vücut dengem çok bozulmuş, birkaç kere bilinç kaybı yaşamıştım. Metrodan içeriye girdiğimizde Oğuz’un yanına oturdum ve ağrıyan şakaklarımı ovaladım. “Başının ağrısı arttı mı?”

Melodi’yi kısık sesli bir mırıltıyla onaylayarak şakaklarımı ovalamaya devam ettiğimde, “Dön bana,” diye fısıldadı Oğuz, eliyle omzumdan tutarak. “Ellerim şifalıdır.”

“Hımm, peki şifacım.”

Ona doğru dönerek bacaklarımı yukarıya çıkardım ve bağdaş kurarak oturdum. Melodi karşımızdaki koltukta, benim gibi oturmuş bizi izliyordu. Oğuz’a doğru döndüğümde parmakları önce yanaklarımı buldu ve yanaklarımdan yukarıya çıkarak şakaklarıma yerleşti. Başımın iki yanından yumuşakça ovalamaya başladığında, “Daha yumuşak olabilirim?” dedi, kaşlarını çatarak. “Çünkü attım, şifacı falan değilim.”

“Gayet iyi,” dedim keyifsizce gülümserken. “Bu şartlar altında, bundan iyi olamazdım.”

“Sevgilini şımartıyorsun.”

Gözlerimi irice açtım. “Ne?”

“Ne, değil miyiz?”

Öyle miyiz? Galiba öyleydik arkadaşlar. Önce platoniğim, sonra flörtüm, şimdi de sevgilim olmuştu. Dilediğim her şey gerçekleşmişti ama bunun mutluluğunu bile tastamam yaşayamıyordum. Her şey acı vericiydi ve Oğuz benim tek tesellimdi. Titreyen dudaklarımı ağzımın içine aldığında, “Öyleyiz,” diyerek yanıtladım onu. “Sevgiliyiz.”

“Platoniklikten sevgililiğe,” dedi Melodi, derin bir iç çekerek. “Şanslısınız.”

Melodi’ye bu detayların bir kısmını anlattığım için haklı bir yorumda bulunmuştu. Oğuz kafasını sallayarak parmaklarıyla şakağımda gezinmeye devam etti. “Daha şanslı olan benim,”  dedi sevgilim.

Tabii.

Benim gibi kızı kapmışsın sonuçta.

Evet, bazen iç sesimi durduramıyordum. Olur olmadık yerlerde araya giriyordu ama n’apayım, huyum buydu? Bazen en büyük acılarınızın ortasında bile absürt şeyler düşünürdünüz, iç sesim o düşüncelerimin kendisiydi. Tamam, bazen abartıyordu ama biz böyle anlaşıyorduk. Ben kendimi böyle kabullendim, sizde kendinizi tüm saçmalıklarla kabullenin arkadaşlarım.

“Biraz olsun geçti mi?” diye sordu Oğuz, ilgiyle. “Ağrını dindirmek isterim.”

Ben ona cevap veremeden, “Aslında benim ağrı kesicim vardı,” dedi Melodi. “Çantamda olacaktı.”

“Almasın,” diyerek buna karşı çıktı Oğuz, kati bir şekilde. “Aç midede ilaç tesir etmez zaten, tehlikeli de olabilir.”

Melodi saçlarını omuzlarına alarak onlarla oynamaya başlarken, “Zaten ilacı yutmamıza yardımcı olacak bir suyumuz da yok,” dedi.

Öyle, su yoktu. Tamamen aç ve susuzduk. Olanları tüketmiştik. Tekrar yağmur yağar, çatlaklar sızıntı yaparsa pis şekilde de olsa susuzluğumuzu belki giderirdik. Açlık? Onun hakkında zaten yapacak hiçbir şeyimiz yoktu.

“İnsan etinin tadı nasıldır acaba?” deyiverdim ansızın ve her ikisi de şaşkınlıkla bana baktığında, omzumu silktim. “Yiyeceğimden değil yahu.”

Melodi ürkerek bana bakmaya devam ederken, Oğuz kısık kısık güldü. “O kafanın içinden neler geçiyor?”

“Sen.”

Uzanıp ovaladığı yeri, şakağımı öptü. “Seni romantik.”

Kir pas içinde olmamıza rağmen beni öpmekte bir sakınca görmüyor olmalıydı. Evet, görse beni daha dün dudaklarımdan öpecek olmazdı. “Senin de aklından ben geçiyorum değil mi?” diye sordum kuşkucu gözlerle onu süzerken.

“Biraz annem ve kardeşim de geçiyor, sakıncası var mı?” Tebessüm ediyordu.

Ah, annesi ve kardeşi mi? Onları özlemiş olmalıydı. Tıpkı benim annemi ve kardeşimi özlediğim gibi. “Yoo, onların bir sakıncası olmaz.”

“Sağ ol ya.”

Alttan altta benimle dalga geçiyor gibi geliyordu. Öyle mi yapıyordu? Yoksa masum bir man değil de serseri bir bad boydu ve beni mi kandırıyordu? Dudağımı büzerek ciddi ciddi bunu düşünmeye başladığımda, “Ailelerimiz,” dedi Melodi, dolu dolu gözlerle. Ses tonuna bakılacak olursa her an ağlayabilirdi. “Kahrolmuşlardır. Ablam hamileydi, üstelik dokuz aylık. Doğurmuş mudur acaba? Ya haberimi alıp korkudan doğurduysa? Teyze olmuş muyumdur sizce?”

“Teyze, ha?” Ona, onu iyi hissettirme çabasıyla gülümsedim. “Umarım sağlıkla doğmuştur ama ailen bunun sevincini bile yaşayamamıştır senin yokluğunda.”

“Öyle, ailem bana çok düşkündür.”

“Bana da.”

Oğuz parmaklarını başımdan çekti. “Bana annem düşkündür, tabii bir de kız kardeşim. Ailem iki kişilik... Pardon artık üç kişilik. Akrabalarımı zaten sevmem, endişelenecek iki kişi var benim için.”

Melodi üzüntüyle Oğuz’a bakarak gözlerini kırpıştırdı. “Affedersin, baban?”

“Uğursuzun tekidir.”

Melodi daha fazlasını sormadan anlayışla başını salladığında, benim aklım ailesinden bahsettiği kısma takılı kalmıştı. Annesi ve kız kardeşiyle beraber iki kişi yapıyordu ve bahsettiği üçüncü kişi bu durumda ben mi oluyordum? Aptal değildim, neyden söz ettiğini anlamıştım. Kalbim o kadar hızlı attı ki elimi göğsüme götürerek kalbimin üzerine bastırdım, bir an cidden içeriden çıkacağını hissetmiştim.

Ailesinin üçüncü kişisiyim ha?

“Ben de akrabalarımı pek sevmem,” diye ona destek attı Melodi. “Anlayışsızlar. Bizleri, kendi zamanlarındaymış gibi yaşamaya zorluyorlar ve bunu annem, babam olmadıkları halde yapıyorlar.”

“Sinir bozucu.” Maalesef, öyle birkaç akrabam vardı. Yanaklarımı şişirdim. “Ama akrabalardan daha tehlikeli olan onların  çocuklarıdır.”

Melodi sırıttı. “Evet.”

Hafifçe azalan ağrıdan dolayı kısa bir sevinç yaşayarak saçlarımı bileğimdeki tokayla bağlamak için başımın üzerine uzandım. Oğuz saçlarımı bağlarken beni izledi. “Ne kadar uzunlar.”

Kollarımı kaldırmakta zorlandığım için bağlama işi uzun sürüyordu. “Saçlarımı severim, çok özenli davranırım ama şimdi yağ, kir içinde.”

“Fakat güzelliklerinden pek bir şey eksilmemiş.”

Kızardım ve bakışlarımı kaçırdım. “Eyvallah.”

“Eyvallah bizden.”

“Sikerim seni!”

Dışarıdan aniden kopan gürültü ile sohbetimiz bölündü ve ellerim başımın üzerinden düştüğünde, şaşkınlıkla yerimizden doğrulduk. Bu ses Cesur’un sesine benziyordu ama anlam verememiştim. Çıldırmış gibi bağırmıştı çünkü. Melodi de bizim gibi ayağa kalktı. “Cesur muydu o?”

Oğuz ileriye atıldı. “Oydu.”

Oğuz’un arkasından Melodi ile birlikte dışarıya fırladığımızda çocukları raylardan yukarıda gördük. Cesur ile Fatih kavga ediyor, Selim ve Keskin duvara yaslanmış onları izliyordu. Keskin’in yüzünde halinden memnun bir sırıtma, alaylı bir ifade vardı ve Selim daha çok umursamıyor gibi görünüyordu. Selim’i anlıyordum, hiçbir şeyi umursamıyordu ama Keskin’in onları ayırma girişimine bile girmeden gülmesi deli ediciydi. Cesur ve Fatih adeta birbirlerini boğazlıyordu. Oğuz onlara doğru atıldı. “N’apıyorsunuz lan?”

Oğuz aralarına girerek onları birbirinden ayırmaya çalışırken, ben ve Melodi şaşkınlıkla sadece izleyebiliyorduk. Her ikisinin de yüzü öfke doluydu. “Bırak, alayım şunun boyunun ölçüsünü,” dedi Cesur, onu ilk kez böyle kendini kaybetmiş görüyordum. “Bırak, dövüp rahatlayayım.”

Oğuz onun yüzüne doğru bağırdı. “Kolunu zor kaldırıyorsun oğlum, ne dövmesi. Mahvolmuşuz, kavga peşinde misiniz? Ayrıca ne dövmesi, nereden çıktı bu?”

“Off Oğuz,” diyerek yaslandığı yerde morarmış yüzüyle Oğuz’a baktı Keskin. “Bırak da kavga etsinler işte. Hep doğrucu olmak zorunda değilsin, biraz da keyfini çıkar.”

Gözlerimi devirdim. “Hasta ruhlu herif.”

Oğuz onu kale bile almadan Cesur ile Fatih’i ayırmaya çalıştı ama hiçbirinin gücü kalmadığı için birbirlerine galip gelemiyorlardı. Fatih Cesurla kavga etmiyor, sadece onu üzerinden atmaya çalışıyordu. “Çekil Oğuz, atsın bir yumruk da rahatlasın,” dedi Fatih, yüzünde anlam veremediğim bir ifade vardı. “Hak etmiyor değilim.”

Oğuz ikisinin de omzuna sertçe geçirdi. “Ne diyorsunuz oğlum?”

Cesur’un yüzündeki tüm damarlar öfkeden seçilebilir hale gelmişti. Kirli üstünü ve suratını o öfkeyle maskeliyordu. Tahammülü yokmuş gibi Fatih’i gömleğinin yakalarından kaldırdı ve silkeledi. “Çıplak fotoğraflarla tehdit ettiği kız kimmiş biliyor musunuz?” Fatih’in yüzündeki pişmanlık adeta ete ve kemiğe bürünürken, Cesur onun pişman suratının ortasına bir yumruk salladı. “Arzu’ymuş!”

Çığlık atarak elimi ağzıma kapattım ve ikinci bir şaşkınlığın Melodi’den cereyan ettiğini duydum. Keskin ve Selim bunu bizden önce duymuş olmalı ki tepki vermediler ama Oğuz’un yüzündeki ifade donup kalmıştı. Kulaklarım doğru duymuştu, o fotoğraflarla tehdit ettiği kız, Cesur’un kollarında ölen çok yakın arkadaşı Arzu’ydu. O gün neden bunu söylememişti, utanmış mıydı bizden? Allah’ım bu... Daha kaç kere korkunç şey yaşayacaktık. Oğuz’un elleri onların yakalarından düştü ve dehşet halinde Fatih’e döndü. “Arzu muydu?”

“Ben...” Fatih’in gözlerinden bir anda yaşlar boşaldı ve sanki, yaşadığımız her şeye karşı ağlayarak tepki verdi. “Ondan defalarca af diledim bunun için. O da pişmanlığımın samimiyetine inanıyordu. Hepimiz daha az ya da çok olsa da kötü şeyler yapıyo...”

“O benim için çok önemliydi lan!” Cesur Oğuz’un müdahalesinden yararlanarak bir daha ileriye atıldı ve Fatih’i sarsmaya başladı. “Şimdi yanlışlıkla ağzından kaçırmasan asla söylemeyecektin değil mi? En yakın erkek arkadaşım en yakın kız arkadaşımı böyle iğrenç bir şeyle tehdit ediyor, nasıl sakin kalayım!”

“Ne diyebilirim.” Oğuz pes ederek birkaç adım geriledi. “Kapışın öyleyse.”

“Oğuz,” dedim, arkasından ona doğru yaklaşarak. “Öldürürler birbirlerini.”

Oğuz omzunun üzerinden dönüp tereddütle bana baktığında, Cesur’un yerinden atıldığını gördüm ve şok içinde oraya döndüm. Cesur anlam veremediğim bir şekilde duvara yaslı olan Keskin’e ilerledi ve elini onun beline götürdüğünde, Keskin homurdandı. “Bıçak karıştırma işe!”

Cesur Keskin’in belindeki çakıyı çekip çıkardığında tısladı. “Birkaç çizikten ölmez.”

Oğuz’u ittirdim. “Kafayı yemiş bu.”

Melodi arkamdan fısıldadı. “Hangimiz yemedik ki.”

Cesur elindeki çakıyla beraber Fatih’in üzerine yürüdüğünde, Fatih’in yüzünde korku dolu ifade oluştu ve ondan geriye doğru kaçmaya başladı. “Cesur saçmalama! Arkadaşız biz!”

“Sen benim Arzu’nun ölümü hakkında ne hissettiğimi biliyor musun lan?”

“Niye be?” Keskin hâlâ sırıtmaya devam ederek Cesur’a bulaştı. “Kanka ayağına falan âşık mıydın kıza?”

“Evet lan!” Cesur bir anda kükredi ve ben üst üste yaşadığım şaşkınlıklarla beraber inanamayarak kafamı iki yana salladım. Bu sefer hepimiz şaşırmış ve kocaman gözlerle Cesur’a bakakalmıştık. Fatih’in yüzünde kocaman bir utanç ve inanamazlık oluştu. “Âşıktım Arzu’ya! O beni arkadaş yerine koymuştu ve ben arkadaşı gibi davranıyordum. Defalarca kez söylemek istedim, söylemedim... Ben ikinizi defalarca kez aynı ortama soktum, ne aptalmışım!”

O kadar sarsıldık ki bu yüzden Cesur koşarak Fatih’in yanına vardığında ve onun bileğini tutarak, bıçağı yüzüne sallarken, Fatih bile tepki veremedi. Cesur yüzüne doğru bağırdı. “Koluna, bileğine birkaç çizik iyi gider ha, ne dersin?”

Fatih şuursuzca, engel bile olamadan ona bakıyordu ve biz de farksız değildik. Cesur dağılmış vaziyette bıçağın ucunu Fatih’in çıplak bileğine yasladı ve bileğinden yukarıya, dirseğine kadar bir çizik attı. “Acıttı mı?”

Kan, yere damladı.

Oğuz kendine geldiğinde ileriye atılacak oldu ama bundan daha önce bir şey oldu. Cesur bıçağı Fatih’in kolunda daha derine yasladı bileğinden yukarıya doğru kestiğinde, Fatih’in dudaklarının arasından bir kükreme döküldü. Aynı anda, bileğinden fışkıran kan Cesur’un suratına fışkırdı ve Cesur’un yüzündeki ifade donup kaldı. Oğuz ileriye gidemeden bakışlarının yönünü Fatih’e çevirdi ve ben de öyle yaptığımda, dehşetle Fatih’in kesik bileğine baktığını gördük. Kan adeta bir çeşmenin ağzından akan su gibi yoğun şekilde bileğinden boşalıyordu.

Cesur elindeki bıçağı yere fırlatarak Fatih’in bileğini tuttu. “N’o... N’oluyor?”

Selim omuzlarını duvara yaslayarak ayakta kalabildi. “Bileğini kestin.”

“Ne... Neden durdurmadınız?” Cesur dehşet içinde yüzlerimize baktı. “Neden beni durdurmuyorsunuz. Sadece çi... çizik atacaktım.”

Fatih bileğindeki kanın akışını izleyerek yere düştü ve korku içinde haykırdı. “Sıra benim, ben öleceğim!”

Evet Fatih, senin.

Cesur gömleğini çıkarıp onun bileğine bastırdı ve onunla birlikte yere otururken, hıçkırıklarla ağladı. Ben de ağladım, Melodi de ağladı, Selim bomboş gözlerle ona baktı, bu sefer Keskin ağzını açıp tek kelime etmedi ve Oğuz ağlamamak için sertçe dudaklarını kemirdi. Kaçışı olmadı, Fatih’in bilinci on, on beş dakika kadar sonra kapandı ve başı Cesur’un omzuna düştü. Cesur’un hıçkırıkları büyüdü, kocaman oldu, bir dünya oldu.

Biz buradan kurtulmayı başarsak bile, kâbusların pençelerinden asla kurtulamayacaktık.

  BÖLÜM SONU.